21 Ekim 2014 Salı

Meryenala'ya ithafen..



 Okuma yazma sürecine henüz girmediğim fakat olup bitenin farkında olduğum yaştaydım. O zaman tek kardeşim vardı Merve -ki kendisi Almandır-, beraber şuursuzca vakit geçirirdik.
Duble garip bir pazar günü ki ilk garabet o günün nüfus sayım günü olması, ikinci garabet de sokağa çıkma yasağıydı. O gün annemle babam benle Merve'yi babaannemlere bıraktılar ve gittiler. Pazar tüm garabetine rağmen bir ruh kanserine yakalanma günü olarak normalliğini koruyordu. Televizyonda araba yarışı vardı -ki o zaman Schumacher filan bilmezdik-, keşke at yarışı olsaydı. Dedem atları sever, oynamaz ama iyi anlardı. "Bak şu at yarışı alacak" derdi, biz de o at galip gelecek mi diye yarışın sonuna kadar heyecanla izlerdik de vakit geçerdi belki. Okumam yazmam yoktu ama takvim yaprakları 21 Ekim'i gösteriyordu. Hava pusluydu.
Hem nüfus sayımı, hem sokağa çıkma yasağı, hem kasvetli bir havanın olduğu, hem de hiçbir kanalda çizgi filmin olmadığı o pazar saatleri meğer güneş doğmadan önceki en karanlık anlarmış.
Akşamüstü olmuştu kapı çaldığında. Babam bizi oyuncak almaya götürüyordu. Ayy hadi bakalım dur keyfim yerine gelmişti. Gelmişti de evimizin karşısındaki hastanenin penceresinden annemi görmüştüm. Üstünde kırmızı kazağı vardı ve bize el sallıyordu, çünkü çocukları galiba hastaneye almıyorlardı. Merve'nin yaşı bunların bilincinde olacak kadar Alman değildi,Fransızlık ağır basıyordu o zaman.
Ne kadar vakit geçti hatırlamıyorum, annemle babam bir paketle geldiler, hastaneden MF'li ürün getirmişlerdi sanırım. Kırmızı bir tülbentle örtülüydü. Ben ve Merve Jascharz tülbendi kaldırdık, bir de ne görelim, gözlerinin yerine kara kara zeytinler yerleştirilmiş bir kız çocuğu! Gözleri gerçekten kocamandı ki  'aylaynır' kullanmamıştı. O zamanlar Harby yoktu ama bu bebek harbi kızdı, nüfus sayımını yanlışlamak ve sokağa çıkma yasağını protesto için bilinçli bir anarşist olarak gelmişti dünyaya. Benlen bacım hayatımızda hiç o kadar güzel bir bebek görmemiştik. O yaşa kadar zaten bebek görmemiştik.
Biz üç kişiydik artık; yanımdakiler ne Bedirhan ve Nazlıcan, ne de Athos ve Porthos'tu fakat bu ikililer gibi  bir isim benzeşmeleri vardı: Merve ve Meryem.
Derken aradan dokuz yıl geçti ve biz muhteşem üçlü olarak ilk kez bir erkek kardeş deneyimi yaşadık. Nur topu olarak değil bu sefer nurdan bir çığ olarak dünyaya gelmişti çünkü galiba 4kg 999gr doğmuştu. Bu kardeşimiz de güzellikte bir öncekiyle aynıydı, kronolojik olarak ikinciydi sadece(kendi bebekliğimizi bilmediğimiz için söylüyorum bunları tabi ki).
..........
Aradan noktalarla ifade etmeye çalıştığım gibi yıllar geçerken benim kafamı kurcalayan bir soru oldu: Merve Alman'dı ama biz neydik? Hemen 'Aslında hangi dünya milletine aitsin?' testi yapmalıydık. Merve'ye test yapmamıştık ama müsamahasız, düzenli ve disiplinli bir eczacıydı, yani Alman olduğu su götürmez bi' gerçekti. Nitekim test sonucunda Merve Alman çıktı(test doğruydu demek ki). Ben İspanyol çıktım -kendimi hep bir Endülüslü gibi hissederim zaten- ki kendi tanımı önceden koymuştum "bende kansızlık var" gibisinden.
Gelelim Meryem'e. Meryem'in tam 24. sene-i devriyesinin ilk günü çıkan test sonucu O'nun bir Arjantinli olduğunu gösteriyordu. Galiba o zamanlar Bandırma'da bir tango kursu sahibi paraya hiç acımamış ve Arjantin'den bir çift çağırmıştı ve o çiftin de o gün bebeği olmuştu ve bebekler hastanede değişmişti, çünkü Meryem aslında biraz 'değişik'ti (şaka şaka,gerçek gerçek değil).

Ve artık Meryem -ruhu Arjantinli kendi Vanlı- Bandırma'da doğan, Van'da ikamet eden bir ailesi olan, tahsili için gittiği İstanbul/Fatih'te kalan, Maslak'a gitmek için Vezneciler'den metroya binen fakat aslında ehliyeti olup yolların ustası gibi araba kullanabilen presentabl bir kişilik olmuştu.

Bundan sonra da yollarının hep güzel yerlere çıkacağı ve presentabl bir kul olarak geçireceği uzun bir ömrü olacak. Amin deyin ha.
Süm.